28 Ağustos 2014 Perşembe
yar..
Yar ben senin ehli-keyf gurbetine varamadan her gidiş olasılığına bir tas su döküyorum ardın sıra akıl yollarıma, çarçabuk dönesin diye... Ardından ırmakları, denizleri dökeceğim ey yar, yerin de yurdun da yüreğimde açtığın yaradır...
22 Temmuz 2014 Salı
Kaybetme korkusu diğer tüm duyguları siker...
Eskiden daha çok kafaya takardım bir seferlik geldiğim bu hayatta seninle olamayacağıma. Sonra yeniyetme ölümlerle ayrılanları gördüm... Şimdi başka bi yerde de olsan nefes alabildigini, mutlu oldugunu bilmek yeterli gelebilecek kadar yavşak bir kivama geldim. Mecbur bırakıldığımız herşeyin iyi yanına sığınıyormuş insan. Ölenler de gidenlerde huzurlu olsunlar, insan kalbinin sağ yanına bir taş sol yanına da bir kum torbası bağlayıp tüm yokluklara katlanmakla ömür geçirmeyecekte ne yapacaktı ki?
21 Temmuz 2014 Pazartesi
hediye paketi giriş bölümü
Onunla bunca yıldan sonra tekrar görüşmemizdeki ayrılığı giriş, gelişme, sonuç kısmına ayırmıştım edebiyat kurallarına ve onun hediye kaidesine uyabilmek için. Çünkü o ne zaman hediye verse hep giriş, gelişme ve sonuç hediyeleri olurdu. Bu hediye şimdiye kadar verdiği hediyelerin en acısı olacaktı ve giriş kısmı bu gece verdiği haberle tamamlanmış bulunuyordu. İlk kez güzelce süslenmiş bir paket değildi ve içinden seni seviyorumlu, gülen yüzlü kekler ya da perili kolyeler çıkmamıştı. Zaten dediğim gibi ortada pakette yoktu. Buz gibi bir haberi karnesindeki tüm dersleri pekiyi getirmiş bir çocuk sevinciyle veriyordu. Kmler geliyor diye bağırıyordu yumuk göz çocuk pekiyileriyle. Okulu sevmez sanardım ama karne işi onu mutlu etmiş gibiydi. Aynadaydım ve 1. evre kanser hastası gibi saçım, kaşlarım, kirpiklerim dökülmüş gibi çırılçıplaktı yüzüm. Gülüşümü de sevmemiş demek ki daha çok ağlatacaktı.
Hep iyi ol sen yine de...
Hep iyi ol demiştim. Sonra herkesi boşver lanet olsun sen iyi ol, bak keyfine demiştim. Geri gel sonra beni üz anlamıştı. Kızamadım, kıyamadım da. Artık orada oturup içmeyecekti çünkü. Üstelik bizi çok seven tekelde kapanmıştı. Her şey değişiyordu. Ben değişemiyordum.
15 Haziran 2014 Pazar
mandalina kokusu
Ben bu yazıyı 5 ay önce yazmışım ve unutmuşum. Demek ki her şey unutulabiliyormuş.
Mandalina kokusunu sever misiniz bayım? Ben severmişim. Doğduğumdan beri oturduğum evde
günde en az 2 kez mandalina ağacının yanından geçmeme rağmen bu güne dek hiç onun kokusunu
sevdiğimi kendime söylememişim. Kendimin de haberi yokmuş aşk olsun! Olsun mu? Neyse
mandalina aşkı olsun. Az öncesine kadar da soda şişesini anahtarlıkla açabildiğimi bilmiyordum.
İnsan çaresizlikle savaşmak için bin bir yöntem deniyor. Doğayı bozmadığım sürece sorun olmadığını
düşünüyorum da. Dahası ne olacak peki bu mevsimin hali? Erikler çiçek falan açmaya başladı
şimdiden şubat soğuğunun gelip kıracağını bilmeden. Belki de derdimize çare bir çiçek. Dedim ya
bir mandalina ağacımız var diye daha mandalinaları var mı onu bile bilmiyorum doğuştan küs gibi
bir şeyim ben o ağaca. İnsan bir kez bir mandalina koparıp yemez mi? Yemez efendim, gidenleri
hatırlatan hiçbir şey yenmez, giyilmez, sevilmez. Siz efendim hiç sevdiğiniz bir şeyi sadece anısı
için hiçe saydınız mı? Ben birçok şeyi saydım. Köşe başlarını yok saydım, otobüs duraklarını yok
saydım, sevmediğim sinema salonu bile var efendim. Bu arada şey ayrı yazılıyor. De'nin ayrı yazılışı
bazen ne kadar garip geliyorsa şeyin ayrı yazılışı da o kadar garip geldi birden. Peki on beş heceden
uzun cümleler kurmaya gerek var mı? Sıradan bir kahveyi özlemekle uzaklığının bile ne olduğunu
bilmediğin birini özlemek arasında ne fark var? Giden o değilmiş gibi gelmesiyle, gelen o değilmiş
gibi gelmesi arasında sıkışmak üzerine düşünmenin ne faydası olur? Olur mu? Hem bir de giden o
değilmişken, ama o gelmiş gibi yapıp sonra gitmişken. E bu benzerliği sakın birbirine benzetmeyim
ben çok ayıp olur. Sevilmeyen kadın rolü hep mi bana düşer? Bir iç sesim var ki efendim bu bahsi de
kapa bu cenazeyi de kaldır diyor. Ama bayılmış olmandan korkuyorum efendim bir ses ver adıma
dair? Ne olurdu gözlerimi açtığımda bir çatı katında yan yana olsaydık.
Demiştim o tarihlerde ama artık
demiyorum!
Mandalina kokusunu sever misiniz bayım? Ben severmişim. Doğduğumdan beri oturduğum evde
günde en az 2 kez mandalina ağacının yanından geçmeme rağmen bu güne dek hiç onun kokusunu
sevdiğimi kendime söylememişim. Kendimin de haberi yokmuş aşk olsun! Olsun mu? Neyse
mandalina aşkı olsun. Az öncesine kadar da soda şişesini anahtarlıkla açabildiğimi bilmiyordum.
İnsan çaresizlikle savaşmak için bin bir yöntem deniyor. Doğayı bozmadığım sürece sorun olmadığını
düşünüyorum da. Dahası ne olacak peki bu mevsimin hali? Erikler çiçek falan açmaya başladı
şimdiden şubat soğuğunun gelip kıracağını bilmeden. Belki de derdimize çare bir çiçek. Dedim ya
bir mandalina ağacımız var diye daha mandalinaları var mı onu bile bilmiyorum doğuştan küs gibi
bir şeyim ben o ağaca. İnsan bir kez bir mandalina koparıp yemez mi? Yemez efendim, gidenleri
hatırlatan hiçbir şey yenmez, giyilmez, sevilmez. Siz efendim hiç sevdiğiniz bir şeyi sadece anısı
için hiçe saydınız mı? Ben birçok şeyi saydım. Köşe başlarını yok saydım, otobüs duraklarını yok
saydım, sevmediğim sinema salonu bile var efendim. Bu arada şey ayrı yazılıyor. De'nin ayrı yazılışı
bazen ne kadar garip geliyorsa şeyin ayrı yazılışı da o kadar garip geldi birden. Peki on beş heceden
uzun cümleler kurmaya gerek var mı? Sıradan bir kahveyi özlemekle uzaklığının bile ne olduğunu
bilmediğin birini özlemek arasında ne fark var? Giden o değilmiş gibi gelmesiyle, gelen o değilmiş
gibi gelmesi arasında sıkışmak üzerine düşünmenin ne faydası olur? Olur mu? Hem bir de giden o
değilmişken, ama o gelmiş gibi yapıp sonra gitmişken. E bu benzerliği sakın birbirine benzetmeyim
ben çok ayıp olur. Sevilmeyen kadın rolü hep mi bana düşer? Bir iç sesim var ki efendim bu bahsi de
kapa bu cenazeyi de kaldır diyor. Ama bayılmış olmandan korkuyorum efendim bir ses ver adıma
dair? Ne olurdu gözlerimi açtığımda bir çatı katında yan yana olsaydık.
Demiştim o tarihlerde ama artık
demiyorum!
9 Mayıs 2014 Cuma
Bilmek istemediğim felsefeler var
İnsanlara derdinizi anlatmayın. Ve bir kızı hiçbir zaman ağlatmayın derler.
Konuya böyle girmemi felsefeci ôğretmenimden öğrendim. Hayat felsefeyi olmadık zamanlarda öğretti bana. Hiç yadırgamadım. Hiçte yargılamadim. Artık önemsemiyorumda. Birde ah şu ucube kalınış olmasa iyiydi de, değil işte. Kötü... Öyle bira masası etrafında geyik muhabbeti yoktur her zaman bende efendim. Anlamam zaten teknoyla götü başı dağıtma hallerinden. Sahil olsun efendim mümkünse, iki dublede oldumu iyi. Mezesinde de değilim. Bu konunun felsefe ile alakası yok, hatta edebiyatla da yok. Matematik dersen, öğrendiğim zamansız felsefeleri çarpacak kadar iyi bir çarpım tablomda yok. Aslında çarparım çarpmasına da iş çıkartmaya gelince zor oluyor. Hem insan onca emekle topladığı iç acılarını bir çırpıda çarpıp çıkartması için profesör olmalı sanırım. Demiştim, felsefem, edebiyatım, matematiğim ve bilimum derslerim iyi değildir. Resimle de aram yoktur, bu yüzden gülerken fotoğraf çekilmedim hiç desem ayıp olur. Hayat bana, al gülümse denilecek çok az sayıda poz verdi, bende o zamanlarda hep arkamdan dönen oyunlara güldüm. Zaten gülmekte yakışmıyordu, denedik, olmadı. Ben gülümseme derdinde de değilim efendim. Hem keçi inadımda işlemez pek kendime. Prensip olarakta zamana falanda bırakmam, olmuyorsa siktir ederim. Tez canlıyım efendim. Ayrıca o sabreden dervişi de hiç samimi bulmuyorum. Şimdi olan yada olmayan ama göstermemekle ısrar ettiğiniz o sevginizi iyi saklayın. Mezarınızda götünüze sokarsınız.
Amma ve lakin felsefe öğretmenim sanırım hiç olmadı, hiçte felsefe okumadım. Edebiyat hakkında tek bildiğim bol bol söylenen o yalan cümledir. Şimdilerde gizli öznesi hala kayıp. Ve matematiği oldum olası sevmedim, sevmeyeceğim. Toplanacak pek bir umudum yok, çıkarıp çarpacaklarımı da affettim gitti. Azad etmek iyidir efendim. Azad ettim sizi.
İnsanlara derdinizi anlatmayın ve hiçbir dertlerini dinlemeyin. Çünkü değmiyorlar. Değmiyorlar iki anlamda yazılır;
Ya verdiğiniz değere erişememişlerdir, ya da teni tenime değmedi yazsam o sınav kağıdına genede 0 verirmiydin edebiyat öğretmenim?
23 Nisan 2014 Çarşamba
Mistiklenemedim tam anlamıyla
Somutlaşmaktan oldum olası ölesiye korkmuşumdur. Her bir yaşananın içine az mistik şekerleme koymak gibi bir tutardayım. Düpedüz yaşamanın bir ölümcül hastalık olduğuna inandığımdan beri rengarenk, saça savura yaparım en basit eylemlerimi. Aslında ortaokuldan beri de korsan kitap almamıştım. Taa ki kardeşimle motosiklet turunda kendimi inciraltında bir kitap çadırında bulana kadar. Kafamın alkolsüz güzel olduğu anlardan biriydi ki (kafam daima alkolsüz güzeldir de pek kimse bilmez) hayvani bir kitap hastalığımla 4 kitabı motosikletin bagajına attım. Bu salaklığı yaptığıma inanamıyorum bir mistiklik uğruna :) çünkü bugün bitirdiğim "yedi evin sırları"nın en sırlı kısmını ki emin değilim ama sırlı bi şekilde eksik sayfalara gömdüm :) aferin yine bana! Hamarat gözdenin hatırlattığı şarkıyı söylüyorum bu arada çaktırmadan "oldumu şimdi oldu mu ya?" Emeğe saygı adına her ay düzenli olarak madden düzüldüğüm kitap siparişlerime dönüyorum. Ulan kapitalizm en çok bu devrede anana avradına küfür ediyorum senin. Kitapların ücretsiz dağıtıldığı bir dünyaya dönmedikçe o hıyarca yorumları okuyup okuyup lanet edeceğiz bilinçsiz kullanılan sosyal medyada. Teröre ve milli savunmaya harcanan paramızın matbaalara harcandığı bir dünya dileğiyle... Eğitim şart...
3 Mart 2014 Pazartesi
7 Şubat 2014 Cuma
peki
Mutluluk masal mutsuzluksa öyküdür demiş Tolstoy abimiz. Ha kitabında okuduğumu yada
okuduğum yerini inanın hatırlamıyorum çünkü okumam gereken sıfır kitapları hala kütüphanemde
beni beklerken ben onu yeni yetme bikaç yazarın kitabıyla aldatmakla meşgulüm. Sırf içinde en
sevdiğim kelime geçiyor diye netten siparişimi hazırladım dün. Kardeşimin sevgilisinin bıraktığı kitabı
okuyorum son 2 gündür çize çize okumuş. Yorumlar falan yazmış. Çizmediği yerleri benim seçtim
daha uygun olduğumdan. Çok çabuk okudum aslında ama dün çıkarken şirkette unutmuşum bütün
metro boyunca onca boş yer varken oturmadım ayakta müzik dinledim. Trende müzik ayakta dinlenir
kitapta ayakta okunabilir ama oturarak da okunabiliyor. Tabi ben kitabı yürüyerek de okuyabiliyorum.
Kendimi bu konuda da tebrik edebilirim. Bu ara pek bi tebrik ettim kendimi gelen giden adına.
İstifimi bozmamayı nasılda öğrenirmişim yerim ben beni yaa. Şimdi yine o herkesten bahsediyoruz
eski bir arkadaşla. Herkesi allah bildiği gibi yapsın bence. Ya da yapmasın kıyamadıklarım olabilir.
Unutmaya kıyamadıklarımın son kokusu kalıyor sonra o da kalmıyor. Bu sefer riske bile atmadım
kendimi maşallahım var. ilk fırsatta bi kahveli vanilyalı mum aldım. Yakmadım henüz ama bütün
gün beynimi uyuşturacak bi kokusu var yoksa çalışamazdım koku riskinden. Ama yine de kokusunu
baharın değişmem terine. Şu an çok manalı bir şarkı çıktı adını bilmiyorum ama ses pinhani diyor
ki ama ben çok çok aşığım sana. Aşık olmak kadar boktan bi duygu yaratılsaymış onu seçermişim
düşünmeden. Çünkü bazı insanların kokusunu elinden atmak için derini yüzmek gerekiyormuş.
Oooo şarkıya bak. Gaza getirseymiş… halbuki sabah İsmail yknın şarkıları kadar manasız bir girişle
güne başlamaya söz vermiştim. Bükmeyim bari dudağımı da kahve suyu koyayım. Kahve iyi gelir.
Kahve içtiklerimle mutlu olduklarıma inanmıyorum artık tabiki. Az öncede sohbette dediğim gibi
gözbebeğine göre değerlendirme yapmam kadar saçma bişey yokmuş bu hayatta. Hatta saç şekline
göre bile yorumlanabilirdi bir insan ah bak bu çok akılı, bu çok salak, bu aldatır, bu yapmaz… alkolü
bırakmazsam her içişimde nerde olduğunu bilmesem de gözlerini öpmeye devam edeceğim. Dün
akşam yine gözlerinden öpmüşüm, aslında kolunun en iç beyazı daha güzel öpülür de öyle ulu orta
öpemiyor ki insan o en beyazı. Çok salağım sanki gözlerini öpebiliyormuşum gibi konuştum ya bu
daha da komedi oldu. Of ya yazmıyorum peki.
Peki demek üzüldüm ama belli etmek istemiyorum demek. Gitme ama bunu söyleyemiyor dilim
demek… anla demek… sev demek… bil istedim demek…
5 Şubat 2014 Çarşamba
belkide delirdim
Şimdi çok tırt bir şarkı olduğunu söyleyemiycem ama çokta iyi olduğunu düşünmediğim bir şarkı dinliyorum. ‘’çoktan ölmüş bitmiş aşkı mezardan çıkarıp öpmek ister ‘’ diyor. Bide ‘’ben sana nasıl uyduysam aşkın yalanmış, kollarında uyumuşum hepsi rüyaymış’’ diyor. Tanrım yine mi yahu ölenlerin cenazesi bana kaldı? Of kendimi gassal gibi hissediyorum. Neyse ki elindeki meyyit olmaktan son anda feragat ettirildim. E hadi o zaman bu cesedi de yıkayıp gömek mi panpa? Merhumu nasıl bilirdiniz cemaat iyi deyin lan gene de kötü derseniz ağzınıza sıçamayan??? Zaten lanet radyo 3-5 kanal çekiyor birinde mehter marşları, diğerinde dini sohbetler diğer 3-4ünde de eh olabildiğince dinlenesi şeyler diyebilirim. Geçen gün saçmalık olsun diye okuduğum i.k. aöf sınavına yine bi gece öncesinden akşamdan kalma halde gittim. Bence sorun bende değil aöf sınav tarihlerinde hani bunu ramazanın kadir gecesi bile yapsalar denk geleceği tek şey sarhoşluğum olur diye düşünüyorum. Neyse öyle böyle gittim felaket yağmur yağdı. Ege üniversitesi kampüsündeydim ama van gölünde yüzüyormuş gibiydim. Patika kenarlarına basarak yürümekten deliriyordum az daha ki bi sonraki patikanın da aynı olduğunu görünce durdum. Arkamdakine yol vereyim derken baktım pişmiş kelle gibi gülüyo bende gülümsedim. Hem gülümsedim hem kızdım. ‘’Buyrun’’ dedim ‘’Yok siz önden buyrun düşerseniz tutarım’’ demez mi? Ulan sen kimsin de ben düşersem tutacakmışsın? Ya da düşmekten iyi midir acaba çokta sempatik falan filan derken ben gene aynı ben kenardan yürüyim derken tüm paten kabiliyetini yitirmiş patenci gibi kay… ama istifini hiç bozma… bodozlama ağzımı açmadan bileğime kadar suyun içine girdim deniz kenarındaki balıkçılar gibi yürüdüm gittim. İşte allahta benim belamı veriyor böyle durumlarda bence. Çünkü hep allahım belamı vericeksen en güzel yerinde ver derim ve duam kabul olur. Şimdi ananem yaşasaydı püüü elalemin adamına gülümsedin mi yazıklar olsun derdi. E ananeciğim sizin döneminizi yaşamak için elime bi testi alıp kampüsün göle dönmüş patikalarından su mu doldurayım da yiğido gelsin de su istesin. İstese kaç yazar ki yağmur suyunu bırak şehir suyunu içemez durumdayız. Bu ara cidden 2. Kata damacana ve tüp çıkarıcam diye geberdim. Tanrım bütün pis sular ve pis duygular döneminde doğmuş olmak ne boktan bişey yahu. Hani doğdukta neden bazı bazı çok yüksek bi binadan atlamışımda ölmemiş gibi hayatıma devam etmek zorunda kalıyorum? Hiç marjinal olamadım tanrım. Ama neden marjinal kadın sonuçları yaşatmakta ısrarcısın? Yurdum erkeği; marjinal kadına herkes benzemiyor diye aşık olur, herkese benzetmek için evlenir, benzetemezse de boşar. NET! Benzetse de boşayanları var öküzler, domuzlar. Tanrım beni yine de marjinal kaderinden sakın ki daha boktan bi halde hayatıma devam etmeyim. Zaten hep bu sebeplerden uyku düzenim yıldız tilbenin dansı gibi oldu. Geç yatar erken kalkar metroda yolda esneyerek kitap okur haldeyim. Ama olsun bir gidiş buralara gelişimi sağladıysa iyi olmuştur belki de. Neyse geldim geldim ama eski satırlarıma benzeyecek bir satırım bile olmayarak geldim. Hayırlısı be gülüm. Öptüm kollarının en iç beyazından.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)